Site Ziyaretçilerine… ( Gunc. 06.07.2009 )
Neredeyse kendimi bildim bileli okuyor ve yazıyorum. Şu ana kadar kaç bin kitap, kaç bin makale, kaç bin araştırma okuduğumu ve kaç bin sayfa yazdığımı bende bilmiyorum. ( Bu yüzden galiba “sürmenaj” oldum!) Tek bildiğim bütün bunların benim için adeta dürtüsel bir refleks ve yapmadan duramadığım bir hareket olduğu. Dolayısıyla herkesin bir “bağımlılık” türü vardır. Kimisi sigara, kimisi içki, kimisi kumar, kimisi futbol veya başka şeylerin bağımlısıdır. Onlarsız yapamaz. Benimkisi de okuma, yazma, düşünme ve düşündüklerini paylaşma bağımlılığı. İçimde yer yer bu duygumdan arınma hatta kaçma duygusu oluşsa ve bunu istesem bile yapamayacağımı biliyorum. Bu saçma sapan dünyada bulabildiğim ve sığınabileceğim daha emin bir “liman” yok!
Dolayısıyla şu an okumakta olduğunuz yazı bile benim artık “marazi” ölçülere varan yazma tutkumun bir parçasıdır. Bu duygumu hiçbir şart altında frenleyemiyorum. Yazma eylemi “gelir getirici” bir çaba olmaktan çok öte amaçlar taşıyor benim için. (Öyle ya yazarak hanlar, apartmanlar, villalar, Limuzin’ler aldım! Banka hesaplarım acayip kabardı! Bugüne değin yazdıklarımla çay, sigara, gazete, kitap alma paramı ancak döndürebildim. Cebimde –hiç abartmıyorum- bir liramın bile olmadığı ya da kiramı denkleştiremediğim günler halen vardır. Yazmanın getirdiği “belalar” da cabası. Bu vesileyle “Atilla Akar derin yazılardan milyarlar kazandı” diye bok atan vicdansız, şerefsizlere duyurulur!) Bir anlamda varoluşumu yazarak anlamlandırıyorum. Belki de ruh ve akıl sağlığımı (başka yerlerden fire verse de!) yazarak koruyorum. Dış şartların bozduğu “iç dengemi” böylelikle sağlıyorum. Bir tür “yazarak tedavi” yöntemi yani. Eğer “yazar ruhu” diye bir “ruh” türü varsa onun en aşırı biçimlerinden birinin kendimde olduğunu düşünüyorum. Kısaca “bilgi yükü”nü tarih boyunca sırtında taşımış adamların çektiği “çile”yi bir anlamda bende çekiyorum.
Neyse, herkesin bir kaderi vardır ve benimkisi de bu galiba. Zaten 1975 yılında henüz 15 yaşında bir çocuğa babası ortaokulu bitirdiğinde “hediye olarak ne istersin” diye sorduğunda bisiklet, futbol topu ya da takım forması, vb gibi şeyler istemeyip de onların yerine daktilo istiyorsa (Yeni bilgisayar kuşağı bunu anlayamaz tabii!) bu işte bir tuhaflık var demektir. Ya da o çocuk büyüyüp işsiz, parasız, aşsız kaldığı zamanlarda bile cebindeki son parayla yemek değil de kitap alıyorsa ortada gene bir “tuhaflık” var demektir. Dolayısıyla okumayan, yazamayan, düşünmeyen bir toplum ile “yeteneksizler ordusu”ndan devşirilip türlü ilişkiler sayesinde bir yerlere “tepeden inme” yazar olmuşlar bunları anlayamaz!
Kısacası şu anda sayfalarında gezindiğiniz www.atillaakar.com.tr sitesi de aslında benim bu halet-i ruhiyemin bir parçası. Bir süre önceye kadar kitaplarımın haricinde bu duygumu www.korsangazete.com sitesindeki “İNFİAL” sütunundaki yazılarımla tatmin ediyordum. Ne var ki korsan gazete fiilen kapandı ve ben bir anda oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi ortada kaldım. Ve bunun üzerine şu an ziyaretçisi olduğunuz siteyi kurmaya karar verdim. (Bu arada “İNFİAL” sütunumu buraya da taşıdım. Aynı başlık ve tarz altın da yazmaya devam edeceğim. Ayrıca birkaç eksiğiyle de olsa eski infial yazılarımda bundan böyle arşivimizde yer alacak. Merak eden okurlar rahatlıkla ulaşabilecekler.) Böylelikle her zaman yaptığım gibi, kimseye minnet etmeden, kimsenin borazanı olmadan yönlenmeden ve yönlendirmeden hür vicdanımın bana emrettiklerini yazmaya devam edeceğim.
Bu anlamda www.atillaakar.com.tr şimdilerde moda olduğu üzere klasik bir “yazar sitesi” değil. Yani sadece kendimi ve kitaplarımı tanıttığım, bir çeşit PR (Halkla İlişkiler) zemini değil. Öncelikle bir “fikir kalesi” olarak görev yapacak. Benim gazetelerde köşem, sırtımı sıvazlayanlarım, cebimde on binlerce dolar maaşım yok. Bu yazılardan beş kuruş kazanmasam bile onların çoğundan daha namuslu, daha gözüpek ve daha tutarlı yazacağımdan emin olabilirsiniz. Ülkeyi sarsan olaylara sıcağı sıcağına analizler, ülkeyi boğan sorunlar karşısında işlevsel önerileri bu sayfalarda bulabileceksiniz.
Ayrıca okurlarla bir “iletişim” mecrası olarak vazife görecek. “İletişim çağı”nda iletişimsizliğe mahkum kaldığımız bu dünyada bir nebzede olsa böylesi bir işlev görebilirse ne mutlu.
Gerisi her zaman olduğu gibi okurların takdirine kalmıştır…
Not: Bu arada siteyi hazırlayan Ahmet Üçkardeş'e ve sitede kullandığım fotoğraflarımı çeken Yıldız Çelik'e özel teşekkürlerimi sunarım.
Atilla Akar
İletişim için: atillaakar.com.tr@gmail.com
|