Darbe Tartışmaları (1) : ( 20.08.2009 )
Darbe Tartışmaları (1) : Vantrilok Amerikan Düşünce Kuruluşları, “İki Kemalizm” ve Papatya Falı!
Şu aralar daha “edebi” konulara yoğunlaştığım için “büyük tartışma”ya katılmayı kaçırdım. Konu tabii ki halen süren “darbe” tartışması. Hemen belirtmeliyim ki, benim açımdan olayın spekülatif eksenli ele alınması değil tartışmanın “çağrıştırdıkları” önemlidir. Bu anlamda “Türkiye’de darbe olur mu, olmaz mı?”dan ziyade (Ki, ben şartlara bağlı olarak olabileceğini düşünen taraftayım) söz konusu tartışmanın çağrıştırdıkları benim açımdan daha önemli. Hele de bir “darbe”nin olması durumunda “iyi” mi “kötü”mü, “doğru” mu “yanlış” mı, “gerekli” mi “gereksiz” mi olacağı gibi yönleri beni hiç ilgilendirmiyor. İyice avamlaşan ve lümpenleşen demokrasiye aşık olduğum ise hiç söylenemez. Ayrıca 80 darbesini yaşamış biri olarak “apoletliler”e karşı özel bir sempati duymam da zaten mümkün değil. Neyse, efendim, bilindiği üzere bir süredir Türkiye’de 2007 yılında darbe olup olmayacağı tartışılıyor. Bu gibi durumlarda genellikle olduğu gibi tartışmanın zeminini yaratan ise yabancı kaynaklı düşünce kuruluşları. Her ne kadar tartışmanın ana tezini bir Türk, yani Zeyno Baran ortaya atmış olsa da, arkasındaki düşünce kuruluşu olan “Hudson Enstitüsü” dikkate alındığında bunun “yabancı” kaynaklı olduğu hemen göze çarpıyor. Ayrıca söz konusu makalenin Amerika’nın ve dünyanın etkili dergilerinden Newsweek’te yayınlanmış olması da dikkat çekici başka bir özellik. Şimdi halen süren darbe tartışmasının “tezler”ini bir daha hatırlayalım önce: Kabaca özetlersek bu hanımefendinin “analiz”ine göre 2007 yılında Türkiye’de bir askeri darbe olma ihtimali “ 50-50” diğer bir deyişle (Bardağın dolu mu boş mu yanına baktığınıza bağlı olarak) yüzde 50 ihtimalle olacak! (Ya da yüzde 50 ihtimalle olmayacak!) Ortaya konulan rakamda çok kaypak ve kıvırtamaya hayli müsait görünüyor. Örneğin “51-49” deseydi başka türlü okunurdu. Peki onu bu “analiz”e götüren nedenler ne? Zeyno Baran’a göre 28 Şubat sürecindeki gibi “Necmettin Erbakan’ın iktidardan uzaklaştırıldığı dönemin koşullarının yeniden ortaya çıkması” söz konusu. Kendi tabiriyle “O darbeyi yaratan koşullar bugün yeniden ortaya çıkıyor. Bir kez daha iktidarda bir İslamcı var. Bir kez daha generaller, hükümetin laik devleti nasıl zedelediğini öfke ile fısıldıyorlar.” Hemen beraberinde Cumhurbaşkanı Sezer ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’ın yakın geçmişteki “uyarı”larını kendi yaklaşımına dayanak olarak gösteriyor. Ancak asıl önemli olan Zeyno Baran’ın kanaatini son zamanlarda konuştuğu “bazı üst rütbeli subaylar”dan aldığını söylemesi. Bunu da şöyle ifade ediyor: “Hepsi, demokrasiye ara verilmesini arzulamadıklarını ancak askerlerin yakında laikliği korumak için harekete geçmek zorunda kalabileceklerini açık bir biçimde dile getirdiler.” Zeyno Baran buradan kendine göre “mantıksal” (?) bir çıkarım yapıyor ve “askerler boşa konuşmaz” diyor. Bu anlamda Zeyno Baran ABD yönetimi içinde bir kiliğin uzantısı ya da “sözcüsü” gibi duruyor. Daha da ilginci belli bir lobinin bilinç altından bilinç üstüne taşırmaya çalıştığı darbe arzularının formülasyonunu üstleniyor adeta. Bu klik Washington’daki Hudson Enstitüsü’nde kendini ifade efen Neo-Con bağlantılı bir “Darbe Lobisi”dir. Peki bu Hudson Enstitüsü’nün Mütevelli heyetinde kim yer alıyor dersiniz? Çok tanıdık bir isim! Tabii ki “karanlıklar prensi” lakaplı Richard Perle’den başkası değil. Hemen belirtmeliyim ki, aslında tartışma hiç yeni değil ve bir süreden beri çeşitli vesilelerle zaten dillendirilmiş durumda. Gene aynı çevrelerce bağlantılı Wall Street Journal'den Robert Pollack, ardından Washington Times'tan Frank Gaffney, daha sonra da American Enterprise Institute'ten Michael Rubin gibi isimler benzeri çağrışımlar yapan yazılar yazmışlardı. O zamanki isimler bir şekilde JİNSA yönlendirmeli (Ulusal Güvenlik İşleri İçin Musevi Enstitüsü) yazılardı. AKP’yi hedeflemişlerdi ve sonunda yaklaşımlarını “İslamo-Faşist” tespitine kadar vardırmışlardı. Ayrıca bunların aynı zamanda İsrail İstihbaratı ile ilişkili MEMRİ sitesiyle de bağlantıları olduğu söyleniyor.
Peki bu “darbe tartışması” birdenbire neden ortaya atıldı, amaç ne ve dahası biz bu tartışmayı nasıl okumalıyız? Öyle görünüyor ki, ABD’de dünyayı birbirine katmaya niyetli ve yeminli bir klik şimdi de Türkiye’yi birbirine katmaya soyunmuş durumda. Çoktandır bunun sinyallerini veriyorlar. Ancak bu çevrelerin çok temel bir zaafı var. “Karından konuşma”yı çok seviyorlar. Yani hepsi de birer “vantrilok” adeta. Bu gibi çevreler her zaman yaptıkları gibi gizli niyetlerini, olmasını istedikleri şeyi sözüm ona “araştırma”, “makale”, “kaynağı belirsiz görüşme” gibi kılıflar altında pazarlıyorlar ve belli çevrelere mesaj olarak yolluyorlar. Üstelik bu gibi kişiler Türkiye’de de kendilerine yandaş buluyorlar.
Bu açıdan baktığımda ortaya atılan son “50-50 Darbe” formülünü ben belli bir niyetin dışa vurumu olarak okuyorum öncelikle. Birinci tespitim şudur: Öyle görünüyor ki, Amerika içinde bir klik Türkiye’de darbe olmasını istiyor. Mantık yürütüyorum. Bu klik öncelikle ordunun ve toplumun belli bir kesiminin AKP ve uygulamalarından “rahatsız” olduğunun bilincinde. Eninde sonunda “hükümet ve AKP karşıtı bir çıkış” bekliyorlar. Ve bunlar artık siyasal İslam’ın (ılımlısı veya ılımsızı fark etmez) her ne şekilde olursa olsun devre dışı kalmasını istiyor ve onun için “İslamo-Faşist” tespitleri yapıyorlar. (Jargonlarına bakılırsa görende bunları “solcu” sanır!) İkincisi bu kesim “ordunun bir kesimiyle” işlerini daha kolay halledebileceğini” düşünüyorlar. Bana kalırsa “Türkiye’de her zaman son sözü ordu söyler ve gerçek iktidar ordudur” gibi bir formülasyon-önyargıya sahipler. Dolayısıyla orduyu bazı şeylere ikna etmenin daha kolay olabileceğinin hesabını yapıyorlar. Onların Türkiye’ye biçtikleri role göre ”Ordu”suz olamaz. Muhatap değiştirmeye hazırlanıyorlar. Yani bir tür “yapın aslanlarım, kaplanlarım” durumu olabilir yani!
Tam bu noktada “Nasıl bir Kemalizm” algısı ön plana çıkıyor. Ve bütün hesap bunun üzerinden kuruluyor gibi geliyor bana. Gene bana kalırsa, Türkiye’de Kemalizm’de bir ayrışma sürecine girmiş görünüyor. Artık ortada “İki Kemalizm” var. Birincisi “laiklik” vurgusunu ve hassasiyetini ön plana alan daha “geleneksel” bir Kemalizm yorumu. İkincisi ise Kemalizmin “anti-emperyalist” yanını öne çıkaran ve daha “ulusal” hassasiyetler taşıyan kesimi. Birinci tip Kemalizmin içinde “Gardırop Atatürkçüleri”nden, “Masonik / Sebatayist Atatürkçüler”e, Klasik üst-düzey bürokratlardan, NATO’cu konsept içinde yetişmiş “üst rütbeli subaylara”, iş aleminin “batıya entegre burjuvazi”sine ve tabii modernist bir gelenekten gelen genişçe bir orta-sınıf kentli halk ve aydına kadar uzanan geniş bir yelpaze bu. Bu kesimler için “öncelikli tehdit” her saman “şeriat”tır ve bu uğurda her tür tepkiyi gösterebilir ve bir darbenin “toplumsal tabanı”nı oluşturabilirler. Bunların İslamı çağrıştıran her şeye karşı tüyleri diken gibi oluyor.
İkinci kesim ise, bunlarda “laik” hassasiyetler taşısalar bile anti-emperyalist ve anti-ABD vurgu her zaman daha ön planda. Bunlar yükseldiği söylenen “şeriat” ında “tehlikesi” ninde, yani her ikisinin de aslında ABD patentli olduğunu görebilen bir kesimi oluşturuyor. Bunların toplumsal tabanı daha cılız ve ancak bazı aydın kesimlerden ve daha “alt kademe subaylar” dan destek alabilir. Bu kesim Türkiye’deki her tür rejim sorununa aynı zamanda bir “emperyalizm” sorunu olarak bakabilen bir kesimdir. Dolayısıyla bu kesim Türkiye’deki rejim sorununun sadece bir “AKP Sorunu” olmadığını, AKP’den ya da hükümetten kurtulmakla “Türkiye’nin başına bela” durumlardan sıyrılamayacağını düşünüyor veya seziyor olmalı. Tam bu noktada söz konusu kesim daha radikal arayış ve çıkışların kaynağı olabilir. Zannımca bu kesime göre Türkiye öncelikle ABD ve batıyla ilişkilerini yeniden tanımlamalı ve gerekirse koparıp atmalıdır. Bu kesimi ideolojik açıdan 12 Mart öncesinin “9 Martçıları”na benzetebiliriz. Geriye kalanlar ise misyonları bakımından “Sunay-Tağmaç” ikilisidir. İçlerinde eğer varsa geleceğin yan çizer “Gürler-Batur”ları kim olur tabii ki bilinemez!
Oysa birinci kesim için “laiklik elden gidiyor” söylemi yeterlidir ve rejimin -bütün hastalıklarıyla birlikte- özüyle çelişmez. Hatta tam tersine şu anki rejim bizzat bunlar tarafından oluşturulmuş bir rejimdir diyebiliriz. Dolayısıyla “laiklik” vurgusu altında savunulanın aslında bu kesimin statükocu çıkarları olduğu gözüyle bile bakılabilir. Olaya bu açıdan baktığımızda aynı kesim için ABD’nin dünyada ve bölgemizde yaptıkları rahatsız edici olsa bile, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” tavrıdır. Dolayısıyla ABD ile ilişkiler bu kesim için esasta bir “sorun” teşkil etmemektedir. Türkiye’de eğer laik rejimin korunması ABD ile birlikte hareket etmeyi gerektiriyorsa onu da rahatlıkla yapabilirler. Dolayısıyla bu kesimlerin olası bir “darbesi” anti-ABD değil sadece “anti-AKP” ve “anti-şeriat” olarak kalacaktır. Bunların Kemalizm’i “Anti-Emperyalist” bir Kemalizm değil, emperyalizmle uyuşan, statükocu bir Kemalizm’dir.
İşte bana kalırsa ABD’den “Darbe tartışması”nı ortaya atanlar bu kesime oynamaktadırlar. Onların gündeminde dün “Amerikancı siyasi İslam” yaratmak vardı ve bunu başardılar da. Ancak “toplumsal İslam” buna yüz vermedi ve en genelde Türk halkının olaya tav olmaması oyunu bozdu. Arzuladıkları verimi alamadılar. Şimdiki gündemlerinde ise “Amerikancı bir Kemalizm” yaratmak vardır. Onlar 50’li yıllarda tohumlarını attıkları “NATO’cu Kemalizm”i yeniden görmek ve diriltmek istemektedirler. Ordudaki ve belirli kesimlerdeki “anti-AKP”, “anti-şeriat” Kemalizmin onlara bu fırsatı yeniden sunabileceği hesabını yapıyorlar. Dolayısıyla son “darbe tartışmaları”nın ortaya atılmasını, birinci türden Kemalizm’e atılmış bir mavi boncuk, bir flört teklifi ya da belki de temelleri çoktan atılmış bir işbirliğinin tezahürü olarak okumak gerekecektir.
Bu yakınlaşmanın temelinde sıkışmış Neo-Con’ların bölgeye ilişkin niyetleri yatmaktadır. Ve bu planlar Türkiye’ye “evet” dedirtmeden uygulanabilir türden planlar değildir. Karşılığında AKP iktidarının “feda edilmesi” gerekse bile! Onlar açısından Türkiye’yi kimin yönettiği önemli değildir. “Demokrasinin kesintiye uğraması” da önemli değildir ve hatta bazı şartlarda tercih nedenidir. Kendisine “can havliyle” bir “partner” aramaktadırlar ve bunu “ciheti askeriye”nin bir kesiminde bulmak istiyor olabilirler. İşte onların “yüzde 50” dedikleri şeyin bu olması hiç de ihtimal dışı değil. Ancak bütün bunlar benim “teorik soyutlamam” dır ve gerçeklikle uyuşmayabilir. Fakat her ne olursa olsun bence ortada somut bir “durum” var. O da bir şeylerin dönmekte olduğu ve buna ABD’nin içinden bir kliğin yön verme gayreti içinde olduğudur. Danıştay saldırısından beri bu şüphe içindeyim. Bu konudan neyi kastettiğimi merak edenler “Danıştay Saldırısı ve Bir Analiz: Çok Alametler Belirdi!” başlıklı ve 22.05.2006 tarihli yazıma göz atabilirler.
Baştanda söylediğim gibi ben koşullara bağlı olarak Türkiye’de “darbe” olabileceğini düşünenlerdenim. Böyle düşünmekten dolayı hiçbir kompleksim yok ve işi siyasi senaryolar düşünmek olan biri için “tabu” olarak görmüyorum. “Darbeler devri bitti” diyen liberal aymazlardan ise olmadım hiçbir zaman. Bu kanaatim ne söz konusu konuda özel bir istihbarata sahip olmamdan ne de böylesi bir durumun olmasını ya da olmamasını canla başla desteklediğimdendir. Bir aydın olarak “darbe taraftarı” olmam zaten mümkün değil, ama gene bir aydın olarak gelmekte olan dalgayı görmeme lüksüm de yok. Bunu bir “felaket tellallığına” ya da “müjdesi”ne çevirmeden somut durumun somut analizini yapmaya çalışıyorum sadece. Böylesi bir ihtimalden dolayı ne zil takar oynarım ne de yaslara bürünürüm. Sadece somut bir tarihsel gerçekliktir bana göre.
Bu anlamda Zeyno Baran’la -ne yazık ki- “hemfikir” bile olduğum söylenebilir. Hatta ben bu ihtimalin yüzde 50’den bile fazla olduğunu düşünüyorum. Tabii ki eğer doğruysa böylesi bir darbenin biçimini, tarihini ve kimler tarafından yapılacağını bilemem. Ancak koşulların hızla olgunlaş(tırıl)makta olduğunu söyleyebilirim. Ne var ki, Zeyno Baran ve ona bu tespitleri yaptıranlarla aramızda ciddi bir “niyet” farkı var. Onlar görmek istedikleri sonucun fikri altyapısını oluşturmaya çalışırlarken ben ise sadece bir “durum analizi” yapıyorum. Aramızdaki bir fark ise onların bir vantrilok gibi karından konuşması, ben ise fikirlerimi yüksek sesle dillendiriyorum. Onlar bundan bir hesap çıkartıyorlar benimse hiçbir hesabım yok. O yüzden ne mesajı kimileri gibi sanki “suçüstü yakalanmak” gibi algılar ve suspus otururum ne de “Eyvah, facia geliyor” gibi dehşete kapılırım. Çünkü bana göre Türkiye’nin kötü yönetimi ne AKP ile başladı ne de AKP ile son bulacak. Sivil veya askeri hiçbir alternatif ise şu anki algılamalarla bana Türkiye’nin “daha iyi” yönetileceğinin güven hissini vermiyor.
Tabii birde hiçbir şey yokmuş gibi davranan, başını kuma gömenler var. Bunlarsa daha ziyade iktidar cenahından. Onlarda kaderlerini ayrıca yaşayacaklar. Bu gibi düşünenlere ve halen ne olup bittiğini tam kavrayamayanlara ise bir tavsiyem var. Oturup papatya falına baksınlar: “Darbe olacak… olmayacak… olacak… olmayacak…”
21- 12- 2006
|