Başbakan’ın Hastalığı ve ( 20.08.2009 )
Başbakan’ın Hastalığı ve Aklıma Takılan “Tuhaf” Sorular… (Bir “Gizli Suikast“ Olabilir mi?)
Ben, ani gelişen bir dizi garip, ciddi ve sarsıcı şikayete bağlı olarak hastane koridorlarında koşturduğum esnada başbakanımızda ciddi (tabii ki doktorlar başbakana gösterdikleri ihtimamı bana göstermediler) bir rahatsızlıkla hastaneye kaldırılmış meğer. Kendi derdime öylesine dalmışım ki, olaydan ancak akşam haberdar olabildim. Oysa ki, Türkiye karışmış, devlet erkânı oraya doluşmuş, borsa düşüşe geçmiş. Herneyse sayın başbakana buradan geçmiş olsun diyorum. Gelelim asıl konuya: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın makam arabasında iken ani gelişen hastalığı ertesinde herkes “Balyoz Harekatı” ya da “Koruma Zaafları” üzerine konuşurken benim aklımdan bambaşka sorular geçiyordu. Elbette ki “koruma zaafı” söz konusuydu ama bütün bunlar koparılan yaygaranın aksine bence ikincil önemdeydi. (Çünkü korumalar asıl olarak “açık bir suikast”a göre eğitilmişti. Saldırganı ya da saldırganları bertaraf etmeye odaklanmışlardı. Dolayısıyla farklı durumlara hazırlıklı değildiler. Buradan da başka bir zaafımız olan “hayal ufku darlığı”na varacağız ki, bunun için ayrı yazı gerekir.) Hatta daha ziyade konunun bu yönünün öne çıkartılarak tartışılması asıl üzerinde durulması gereken noktaları gölgeliyordu bile denebilir. Oysa üzerinde durulacak başka ihtimallerde söz konusu olabilirdi pekalâ. Bilinçli Olarak Yayılan “Sara” İddiaları Birinci soru neden böyle bir hastalığın şimdi ortaya çıktığıydı. Yapılan açıklamalara kalırsa başbakan son zamanlarda çok çalışmış ve yorulmuştu. Ayrıca oruçla birleşen yorgunluk, sonrasında böylesi bir duruma sebebiyet vermişti. Bu elbette ki çok mantıklı bir açıklama gibi duruyordu. Ama hiçbirimiz tıp uzmanı olmadığımıza göre bize yapılan her açıklamayı kabul etmekten başka çaremiz yoktu elbette! Sonunda başbakan’ın tahlil raporu basına kadar yansıyacaktı. (Asıl güvenlik zaafı buradadır. Bir başbakanın sağlığı ile bilgiler bazen bir “devlet sırrı” niteliğindedir. Çünkü bu bilgilerin peşinde olan birçok yabancı servis olabilir. Üstelik Erdoğan’ın hastanede önlem olarak başka isimle kaydedildiği söylenmektedir.) Tam bu noktada hastalığının aslında “gizli şeker” değilde epilepsi (sara) dedikoduları ortalığı kaplayacaktı. Başbakan hastaneye geldiğinde “şuur kaybı”ndan “çenesinin kilitli” olduğu”na, “beyin damarlarının kontrol edildiği”ne,vb dair bir dizi iddia ortaya atılacaktı. Dahası söz konusu “Sara” iddialarının belli çevreler tarafından bilinçli olarak yayıldığı anlaşılıyordu. Ortalığı “Başbakan’ın gerçek hastalığı ne?” soruları kaplamıştı. Belli ki “hastalık iddiaları” üzerinden belli çevreler gene belli bazı siyasi hesaplar içine girmişti. Suikastlar Sadece Silahla Yapılmaz! Oysa bence bütün bu tartışmaların hiçbir önemi yoktu. Hiçbir zaman bastıramadığım “kuşkuculuğumla” ben gene “aykırı” soruların peşindeydim. Birinci kaygım şuydu: İnsanlar yanlış bir kanaat olarak, genellikle suikastların sadece silahla yapıldığını zannederler. Oysa tarihteki birçok önemli suikast “gizli yöntemlerle” yapılmıştır. Bunların arasında zehirlemeden tutun, kalp krizi geçirten damar tıkayıcı ilaçlara, kanser yapıcı yüklemelere, vücut direnci ve savunma sistemini bozan muhtelif mikropların (eğer kesin olarak öldürülmek isteniyorsa bir tür kokteyl şeklinde enjekte edilir) yüklemesine kadar birçok yöntem mevcuttur. Üstelik bugün dünyada bu alanda gizli servisler çok öldürücü veya amaca bağlı olarak tıbbi arazlar çıkartıcı veya tedricen yok edici ilaçlar, karışımlar keşfetmişler ve bu gizli silahları “kara bilim laboratuarları”nda geliştirmişlerdir.
Bu konuyu “Casuslar / Derin Savaşın Sıra dışı Neferleri” (Timaş. 2005) başlıklı kitabımın “Öldürmenin Teknolojisi / Gizli ve Açık Suikastlar” başlıklı bölümde oldukça ayrıntılı biçimde incelemiştim. Orada yaptığım bir analizin genel olarak ve güncel açıdan geçerli olduğunu düşünüyorum. Bakın “Bir Öngörü ve Uyarı” başlığı altında neler yazmışım: “Gerek dünyada gerekse de Türkiye’de önümüzdeki dönemde suikastlar ‘açık suikastlar’dan çok, ağırlıkla ‘gizli suikastlar’a doğru kayacaktır. Bunun iç içe birkaç nedeni var. Birincisi ‘açık suikast’ yöntemi çok sık kullanıldı ve artık toplumsal olarak istenilen sonucu veremeyeceği görüldü. İkincisi, daha ‘sessiz’ yöntemlerle, dikkatleri fazla üzerlerine çekmeden işi sessizce halledebilirler. Üçüncüsü açık suikastlar karşıt güç odaklarını harekete geçirecektir. Bu ise ‘misilleme’nin muhakkak yapılması anlamına gelir. (Hoş, diğer türlü de misillemesi olur ya!) Bu durumda işlerini ‘sessizce’ görmeyi tercih edeceklerdir. Ardından müthiş zeki (!) yetkililerde her şey olup bittikten sonra ‘öyle mi böyle mi’ diye tartışıp dursunlar.”
Bu ise şu anlama geliyordu: Belli güç odaklarının çıkar ve planlarına aykırı gelen her politikacı, bürokrat, aydın-yazar (Belli bir “duruşu” olan benim gibi insanları kastediyorum) tehlike ve tehdit altındaydı. (Hoş olaya bu açıdan bakabilen ve önlemleri ona göre alabilen bir “güvenlik birimi”nin ülkede olduğuna inanmıyorum ya o başka!) Böylelikle bu güçler çaktırmadan ülkede bir politikacı, bürokrat ve aydın kırımı yapabilirlerdi. Turgut Özal’ın ani ölümü buna en somut örnektir. Ayrıca yakın dönemdeki bazı ölümlerde “gizli suikast” yöntemi kullanıldığına dair şüphelerim olduğunu şimdilik belirtmekle yetineceğim.
Başbakanın Hastalığına Dair Bir Senaryo ve Analizim:
1) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’den hoşnut olmayan yerel ve uluslar arası güçler mevcuttur. Bu güçler için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması her ne pahasına olursa olsun engellenmesi gereken yakıcı bir sorundur.
2) Bu güçler ülkede bazı “provokatif kışkırtmalar” neticesi sonuç alamayacaklarını anlamışlardır. Üstelik bu onlar açısından da bazı sorunları beraberinde getirecektir. Ülkenin yeniden bir “kaosu” kaldırabilecek durumu yoktur. Ayrıca bu tip durumlara toplumun geniş kesimlerince “onay” verilmemektedir.
3) Bu güçler “irtica” söylemi üzerinden şu ana kadar oldukça “itidalli” davranmaya çalışan orduyu belli çıkışlar yapmaya, ucu darbeye vardırılabilecek kadar hesaplarla zorlamaktadır. Ancak böylesi bir durumun tarihi ve uluslar arası koşulları şimdilik kısıtlıdır. Açık veya “Post-Modern” bir darbenin zemini tümüyle yok olmasa da, oldukça daralmıştır. Türkiye tarihinde “darbe seçeneği”nin bol miktarda kullanılmış olması ve “darbe aleyhtarı” bir kamuoyu oluşumu bu tip hareketlerin “psikolojik zeminini” zora sokmaktadır. Yanı sıra geçmiş her darbenin Türkiye’nin sorunlarını çözmek yerine yeni sorunlara yol açtığı düşünülürse böylesi bir durumu istemeyecek kesimleri geniş tutacaktır.
4) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a karşı girişilebilecek “açık bir suikast” da sorun yaratacaktır. Başbakanı bedenen ortadan kaldırsalar bile, sonuçları AKP tipi eğilimleri güçlendirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Böylesi bir durumda herkes “muhtemel adresler”i suçlayacaktır.
5) Başbakan’ın “ani ölümü” üzerine kurulu bir “gizli suikast”da açık suikasttan farklı etkiler yaratmayacaktır. Bunu belli tıbbi nedenlere bağlayabilseler bile kimse inanmayacaktır. Aynı “adresler” gene sorumlu tutulacaktır.
6) Bu durumda en makul ve mantıklı seçenek şudur:
a) Başbakana bir mikrop yüklemesi veya benzeri tıbbi sorun çıkartıcı gizli bir müdahale yapılır. Başbakanın bünyesinde bazı “garip sorunlar” birdenbire ve “açıklanamaz” bir şekilde ortaya çıkabilir.
b) Başbakanda belli arazlar belirmeye başlar . Bu durumun tekrar etmesi ve ağırlaşması başbakanın Köşk için “uygun bir aday olup olmadığı” tartışma gündemine getirilir. Bazı tıbbi iddialar veya raporlar afişe edilir. Başbakanın böylesi bir görev için “tıbben sorunlu” olduğu imajı kamuoyunda işlenir. Hatta ellerinde bu sorunu ortadan kaldıracak bir “panzehir”, formül, ilaç varsa bunu el altından pazarlık konusu yaparak Erdoğan’a geri adım attırılmak bile istenebilir.
c) Tıbbi sorunlarının ağırlaşması Erdoğan’ın bırakın Cumhurbaşkanlığını, başbakanlığını bile tartışma gündemine getirir. AKP içinden veya dışından bazı “alternatif arayışlara” start verilir. Durum diğer “konjonktürel gelişmeler” le iyice ağırlaştırılır ve “uzlaşma” sağlanana kadar zorlanır.
Ecevit’in Hastalığını Hatırlayalım Evet, bu sadece bir “senaryo”dur. (Eğer devlet yetkilileri bu tip senaryolar kurabilselerdi olay sonrası “Balyoz Skandalı” yaşanmaz ve Erdoğan araba içinde adeta hapis kalmazdı.) Bu senaryonun gerçek olmama ihtimali gerçek olma ihtimallinden elbette çok daha kuvvetlidir. Bu anlamda spekülatiftir ve sadece bir “Düşünce Jimnastiği”dir. Hele de özel bir istihbarata ya da bilgiye hiç dayanmamaktadır. Başbakana ve çizgisine sempatim ile de (tersine antipatim var) hiçbir ilgisi yoktur.
Ancak ülkemizin yakın tarihinde bu tip bir senaryonun zorlanmış ve kısmen tutmuş olması böylesi bir “ihtimali” akla getirmektedir. Benim tüm yaptığım bu ihtimali yüksek sesle düşünmekten öte değildir. Hatırlanacağı üzere o dönemki başbakan Bülent Ecevit’in hastalığı üzerinde bu tip ciddi spekülasyonlar yapılmış, iddialar ortayla atılmıştır. Koşullar ve kişilikler farklı olsa da geçmişte ortaya çıkan durum manidardır. Adeta “Ecevit’in istifası” üzerine büyük bir medya bombardımanı ile yürütülen kampanya neticesi DSP’de bir “İç Darbe” planlanmıştır. Böylelikle DSP’de belli bir ismin Ecevit’in yerine getirilerek otomatikman başbakan olması da sağlanmak istenmiştir. Ancak Ecevit ve Ecevit’in arkasında duran güçler buna direnmiş, sonuçta uluslar arası bağlantıları olduğu sanılan bir “hizip” DSP’den tasfiye edilmiştir. Onların “Yeni Oluşum” planları ise hiç tutmamış fakat MHP’nin razı olmasıyla ülke seçime sürüklenerek yeni bir siyasi konjonktür yaratılmıştır. Fakat unutulmamalı ki, bütün bunların manivelası o dönem için Başbakan Ecevit’in sağlığı üzerine süren tartışmalar olmuştur. Olaya dair şüpheler o günlerde bizzat DSP’nin yetkili ağızlarınca da dile getirilmiştir.
Şimdi böylesi bir senaryonun değişik ve güncel bir versiyonu neden olmasın? Acımasız iktidar kapışmalarında sağlık gibi çok bireysel görünen bir sorun kolaylıkla siyasi bir hüviyet kazanabilir. Özellikle de belli mahfiller bunu istemişlerse. Bu şimdilik sadece “aklıma takılan” bir sorudur. Gerisini zaman ve gelişmeler gösterecektir. Böylesi bir senaryonun tutup tutmayacağı ise ayrı bir tartışma konusudur. Her zaman ki gibi “ben söylemiş olayım da… Sonuçta benden bu kadar!
Hatta şu sıralar kendi sağlık sorunlarımın ağırlığı altında –başbakan dahi olsa- bir başkasının sağlık sorunlarını düşünmem bir açıdan saçma geliyor bana. Ne bileyim belki de arada bir benzerlik vardır. Şu sıralar belki de bunları düşüne düşüne beni de bir “vehim” almış bulunuyor. Paranoyam tavana vuruyor! Hele de şahsıma yönelik daha önce gelen tehditte “sağlığınız için yazdığınız ve yazmakta olduğunuz yazılarla ilişiğinizi kesiniz” ibaresini hatırladığımda.
Yok canım… O kadar da olmaz herhalde... Benimle niye uğraşsınlar ki? Sonuçta ben başbakan değil, bu ülkenin kıytırıktan bir yazarıyım. Beni o kadar ciddiye alacaklarını sanmam!!!
21.10.2006
|