 |
Kriminal Şiddetin Sorumlusu (!) “Kurtlar Vadisi” ve Lümpenizmin Önlenemez Yükselişi! ( 20.08.2009 )
Kriminal Şiddetin Sorumlusu (!) “Kurtlar Vadisi” ve Lümpenizmin Önlenemez Yükselişi!
Artık gazete manşetlerine hele de “üçüncü sayfa” diye tabir edilen haberlerine zor bakıyorum. Tüm ailesini geçirdiği cinnet sonrasında doğrayan babalar mı, tecavüz ederek öldürdüğü genç kızı üstüne birde benzin dökerek yakan psikopatlar mı, okul önlerinde birbirini bıçaklayan lise hatta ilkokul öğrencileri mi, üç beş kuruş için özellikle kadınları yerlerde sürükleyen kapkaç çetelerinin kent safarisi mi, vb gırla gidiyor. Gündelik hayat tümüyle bir “maganda tahakkümü” altında. Biz gözlerimizi Güneydoğu’da sürüp giden siyasi içerikli “PKK terörü”ne çevirmişken, (aslında onun bir uzantısı olduğu emareleri gösteren) gündelik hayatta bambaşka bir terör biçimi toplumun dokularına yerleşiyor, sivil hayatı giderek teslim alarak çekilmez kılıyor. Bir zamanlar dünyanın diğer büyük metropollerine oranla en az suç işlenen yer olmasıyla övünülen İstanbul her geçen gün artan suç istatistiklerinde bir patlamaya şahit oluyor. Hayat giderek tatsızlaşırken, herkes ortak bir “güvenlik endişesi” havuzunda yüzüyor. Şehir giderek insanların sokağa bile çıkmaktan çekindiği bir yabani cangıla dönüyor. Suçun sırtlanları, çakal ve leş yiyicileri kendi orman yasasını sözümona “medeni toplum”un tüm dokularına dayatıyor. Hayatı boyunca kimseye bir gram kötülüğü dokunmamış, devlete, yasalara bağlı uygar vatandaşlar bunların insafına terk ediliyor. Daha da acısı yasa önünde bunlarla “eşit” sayılıyor!
Buna karşılık devlet ve hükümet yetkilileri şişirmeden otorite nutukları atarken, gerçekte toplum hemen her noktada “saldım çayıra, mevlam kayıra” anlayışıyla yönetiliyor. Artık bırakın sıradan vatandaşı polisler bile bu tarz olaylara müdahale etmekte gözlenebilir bir çekince duyuyor. Buna karşılık polisin tek yapabildiği “yasaların yetersizliğinden”, “AB süreci”nden şikâyet etmek oluyor. Adeta birer suç makinesine dönüşen katiller, gaspçılar, tecavüzcüler, hırsızlar, dolandırıcılar ya adliyelerden salıveriliyor ya da çok az bir ceza ile yırtıyor, ardından çıkıp tekrar toplumun başına musallat olmaya devam ediyor. Eskiden bir “kader mahkumu” anlayışı vardı ve herkes onları bir şekilde “hata yapmış” insanlar olarak görürdü. Artık “Rahşan Affı”ndan sonra kimse bu terimi de kolay kolay dillendiremiyor. Suç kimlik ve nitelik değiştiriyor. Teknik ve hukuki bir hadise olmaktan çıkıp, sosyal bir cinnetin veya kriminal bir kuşatmanın ipuçlarını veriyor. “Güvenlik Boşluğu” şu veya bu bölgeye ilişkin görece ve lokal bir zafiyet olmaktan çıkıp tümüyle “kamusallık” kazanıyor. Hemen her davranışıyla çıldırma sinyalleri veren –belki de çoktan çıldırmış- bir toplum argo tabirle giderek kendini daha fazla “psikopata bağlıyor.”
Bütün bunlar olurken son zamanlarda durumu izah etmeye çalışan çok kolaycı bir yaklaşım öne çıkmaya başladı. Artık TV’lerdeki tartışma programlarında, koca koca sosyologlar, kelli felli eğitimciler kıymeti kendinden sorulur “uzman”lar, çıkıp “Kurtlar Vadisi” dizisi ve Polat Alemdar’a göndermede bulunuyorlar. Maalesef biz Türklerin zihni sadece bir noktayı görüyor ve takılıp kalıyor galiba. Dizinin özellikle bazı sahnelerinin belli hareketleri özendirmediğini iddia edemem ama Polat Alemdar karakterinin “gidin ona buna tecavüz edin, insanları gasp edin, vahşice öldürün” dediğini de hatırlamıyorum. Hatta tam tersine mesajları içerdiği dahi söylenebilir. Onun dışındaki durumlar toplumun algılamasına bağlıdır ve toplumumuzun da bu konuda “algılama özürlü” olduğu malumdur. Dahası bu tip olaylar ne dizinin yayına girmesiyle başladı ne de dizinin son bulmasıyla sona erdi. Demek ki sorun bir TV dizisinin çok ötesinde ve daha “yapısal” nedenleri var. O halde ne?
Ben toplumda olan biten her şeyden –açıktakinden “derin”ine- devleti sorumlu tutarım. Bence sınırları içindeki ağaçtan yere düşen yapraktan bile devlet sorumludur. (Lütfen bu konudaki düşüncelerimi daha net ifade edebildiğimi sandığım “Derin Devlet Derin Akıl, Sığ Devlet Sığ Akıl” başlıklı yazıma bakınız.) Adına “sosyolojik zemin” denen şeyin bile devletin politikaları sonucu oluştuğuna inanırım. Ama devlet bu konudaki bütün afra tafralarına rağmen gerçekte bu bilince sahip değil ve buna göre organize olmamışsa ortaya giderek “foseptik çukuru”na dönüşen bir toplum çıkar. Hele de devletin gizli veya açık kadroları “kifayetsiz muhteris”lerle dolmuşsa, rejimi bir tür “orta ve düşük zekâlılar faşizmi”ne dönüşmüşse, akıl, bilgi, yaratıcılık ve seçkin olma gibi özellikler sürekli tasfiye edilen, kendine “yaşama alanı” bulamayan değerler ise, “kalitesizlik” ve terimin en kötü manasıyla “avam”ın başıbozuk, kendini bilmez ve sürekli “problem” yaratan tavırları egemen olur. Bana göre bugün olan da budur.
Güvenlik devletin insanlara sağlamak zorunda olduğu hizmetlerin başında gelir. Eğitim, sağlık, ekonomik ihtiyaçlar ise daha geriden. Zaten devletin tarihsel olarak çıkış noktası da burasıdır. (Eğer güvende değilseniz, her an kriminal bir kişinin saldırısı sonucu hayatınızı yitirme riskiniz varsa 10 tane üniversite bitirseniz, 100 tane hastaneye gitme imkânınız ve bir eli yağda bir eli balda ekonomik koşullarınız olsa ne yazar? Nitekim iş öyle bir noktaya gelmiştir ki, özel ve korunaklı sitelerde oturan “sonradan görme burjuvazi” bile bugün kendini tam olarak emniyette hissetmemektedir.) O yüzden ilkel kabile dönemlerinden beri toplum için “tehdit ve tehlike” oluşturan kişiler dışlanmış hatta yok edilmişlerdir. Belki günümüzün “modern ve demokratik” toplumunda bu gibi uygulamalar mümkün değil ama halen yapılabilecek birçok şey var. Peki o halde bunlar niye yapılmıyor?
Bu durumda mantiken iki şık vardır. 1) Ya devlet iflas etmiştir, elinden hiçbir şey gelmiyordur, ki o zaman kendi varlığını reddetmesi, kepengi indirmesi gerekir. 2) Yapması gerekenleri ve yapabileceklerini yapmıyordur. Bana göre her ikisi de mümkün. Bu durumda devlet vatandaşına “ben bir şey yapamıyorum, sen kendi adaletini, kendi güvenliğini, kendi intikamını kendin sağla” diyerek başka bir kaosa kapıyı aralamış demektir. Ki, şu an üç aşağı beş yukarı yaşanan durum budur. Bu ise şu anlama gelir: “Ben sana karşı görevlerimi yapmıyorum ama sen bunu görmezden gel fakat ben maaşımı almaya ve makamımı korumaya devam edeyim.” Bu “ahlaksız teklif” topluma yönetenlerce her dakika yapılmaktadır! Bugün ortada devlet yoktur. Var(mış) gibi yapan bir “devlet” vardır. (Daha doğrusu işine geldiği noktada “var” işine geldiği noktada “yok”tur!) Dikkat ederseniz “hükümet” tabirini seçmiyorum. Bu hükümeti çok sevdiğimden ya da kendimi korumak ve kollamakla yükümlü hissettiğimden değil, “hükümetleri aşkın” fiili bir durum olduğuna inanmamdandır.
Devlet asli görevlerini yerine getirmeyerek aslında bir tercih yapmıştır. Devlet lümpenizmi teşvik ederek, özendirerek, toplumda başat tavır haline gelmesine göz yumarak bir tercih yapmıştır. Devlet kanunlara, uygar değerlere bağlı vatandaşlarını terk ederek gerçekte bir tercih yapmıştır. Devlet öğrencisini, aydınını, hak arayanını coplayarak bir tercih yapmıştır. (Geçenlerde aynı haber bülteninde peşpeşe üç ayrı haber vardı. Birinde polis gösteri yapan öğrencileri copluyordu. Diğerinde döner bıçaklı psikopata adeta yalvar yakar oluyor, yanına bile yanaşamıyordu. Bir başkasında geri zekalı alkolik bir trafik magandası polislere küfrediyor, tehditler yağdırabiliyordu. Üzüntü ve infialle izliyorum bu haberleri. Ne o öğrenciler ne de o polisler bu muameleyi hak ediyordu. Hak edenler ise belliydi ama nedense onlara karşı kılları kıpırdamıyordu! ) Devlet toplumu kültürsüzleştirerek, kaliteyi değil kalitesizliği teşvik ederek bir tercih yapmıştır. Devlet, devlet olmayı seçerek değil, devlet olmanın şovunu yaparak bir tercih yapmıştır. Devlet, rasyonel olanı değil, irrasyonel olanı dominant hale getirerek bir tercih yapmıştır. Bu yüzden kendinin ve toplumun önüne koyduğu fatura çok ağırdır. Şimdi bu faturayı ödeyememenin sıkıntısını yaşamaktadır. Olaylara “müdahil” değil, “seyirci” olmayı seçerek bir tercih yapmıştır. Devlet bir apartmana “kapıcı” bile olamayacak adamları kilit noktalara getirerek tercihini yapmıştır. Yüzeyden görünen budur. Ve son olarak şunu söyleyebilirim: Devlet “zor” olanı değil, “kolay” olanı seçerek bir tercih yapmıştır.
“Derin”de işler nasıl bilmiyorum. Lakin son zamanlarda şu soruyu sormaya başladım: Toplumun büyük çoğunluğu bir avuç katilin, caninin, psikopatın, hukuk tanımazın, kendini bilmezin insafına terkedilmişse acaba birileri bundan “medet” mi umuyor? Belli merkezler toplumun güvenlik endişesi iyice zedelendikten sonra ortaya çıkıp “yeniden düzen getiriciler” rolüne mi soyunmayı planlıyor? Devletin görünmeyen yüzündeki birileri vatandaşını kriminal cangılda çakallara, sırtlanlara, leş yiyicilere yem ederek bambaşka “rant”lar peşinde mi koşuyor?
Ne?...Bütün bunlar olamaz mı?... Yanılıyor muyum?... Yani her şeyin sorumlusu “Kurtlar Vadisi” ve “Polat Alemdar” mı?...
Hadi canım sende!... Sen onu benim külahıma anlat…!
09.04.2006
|  |